YARGITAY
İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak
Üzere
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya
No : 2023/310
E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil
Adnan Oktar'ın maddenin aslına asla ulaşamayacağımız gerçeğini anlattığı
dilekçelerinin bir devamı niteliğinde, ışık ve renk kavramlarının gerçekte
olmadığını ve izlediğimiz hayal dünyayı aslında zifiri karanlık içinde
izlediğimizi açıklayan dilekçesinin sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil
Adnan Oktar, bir süredir Sayın Dairenize çeşitli bilimsel izahlar ışığında
sunmuş olduğu, maddenin aslına asla ulaşamayacağımıza dair açıklamalarına devam
etmektedir. Bu konunun bilimsel detaylarının bilinmesi ve hem müvekkilin bakış
açısının anlaşılması hem de yargılama vesilesiyle bu görüşlerinin siz Sayın
Hakimlerimizce bilinmesi müvekkil açısından önem arz etmektedir. Müvekkilin,
özellikle ışık ve renk konularına yer verdiği dilekçesini takdirinize
sunuyoruz.
Müvekkilin Dışarıda Işık ve Renk Olmadığına Dair Açıklamaları
Daha
önce Sayın Dairenize sunduğum benzer konudaki diğer dilekçelerde ışığın ve
maddenin temel taşı olan elektronların dalga özelliği gösterdiklerine, 5
duyumuz vasıtasıyla sadece enerji olarak beynimize ulaştığına ve beynimizin
zifiri karanlığında sadece elektrik sinyallerinden oluşan bir dünyanın bize
izlettirildiğine değinmiştim.
Bu
dilekçemde ışık ve renk kavramlarının bu görüntü içinde nasıl var
olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu konuyu böylesine detaylı anlatma ihtiyacı
duymamın sebebi, kainattaki her olay gibi yaşadığımız bu yargılama sürecinde
de tecrübe ettiğimiz tüm olayların, karşılaştığımız tüm kişilerin, uygulanan
tüm eylemlerin birer görüntüden ibaret olduğunu hatırlatmaktır. Bu gerçeğin
bilinmesi insan hayatına derinden tesir eden etkili bir gerçek olduğundan, benim
ve arkadaşlarımın nasıl bir bakış açısı içinde olduklarının bilinmesi ve bu
gerçeklerden hayatı bizimle kesişen herkesin haberdar olması önem taşımaktadır.
Dışarıdaki Işık Aslında
Nerede?
Bizim algıladığımız dış
dünyanın sadece görünür ışığın varlığıyla varlık bulduğu iddiası, yalnızca
bizim zannımızdır. Aslında dış dünyada ışık yoktur, dışarıda zifiri bir
karanlık hakimdir. Ne lambalar ne araba farları ne de Güneş gerçekte bizim
bildiğimiz anlamda bir ışık saçmaz. Işık, insanların beyinlerinde sadece bir
algı olarak oluşur ve yalnızca kendilerine gösterilen görüntüyü aydınlatır.
Bunun teknik açıklaması
şudur: Güneş ve diğer ışık kaynakları, farklı dalga boylarında elektromanyetik
parçacıklar (fotonlar) saçarlar. Bu parçacıklar, yapılarının öngördüğü şekilde
evrene yayılır. Örneğin birçok radyoaktif parçacık vücudumuzun içinden geçip
gider. Onları ancak kurşun levhalar durdurabilir. Bu parçacıkların bazıları o
denli ağır ve o kadar büyük miktarda enerji yüklüdürler ki, çoğu zaman
çarptıkları molekülü parçalayarak yollarına pek sapmadan devam ederler. Bu,
radyasyonun kansere yol açmasının altında yatan nedendir.
Daha güçsüz bir tür
radyasyon olan röntgen ışınlarından yararlanılarak röntgen makineleri
üretilmiştir. Bu makinelerin yaptığı iş, radyo dalgalarının oluşturduğu etkiyi
"görülebilen ışığa" çevirmek, yani gözlerimiz tarafından
algılanabilir hale getirmektir.
Yani ışık, göz
tarafından algılandığı ve beyin tarafından yorumlandığı sürece var olur. Dışarıda
ise bildiğimiz manada bir ışığın varlığı, bir aydınlık söz konusu değildir.
Radyo dalgaları,
parçacık içermedikleri için çarpışma anında insana zarar vermezler. Bu dalgalar
hiçbir duyumuz tarafından algılanamaz, ancak evlerimizdeki radyolar bunları
kulaklarımız tarafından duyulabilir ses dalgalarına çevirir. Radyoda bir yayın
yokken duyulan hışırtı, aslında Güneş ve tüm yıldızlar tarafından evrenin
başlangıcından bu yana yayılan kozmik fon radyasyonunun "sesidir".
Burada "ses" kelimesi ile kastedilen, bu dalgaların radyolarımız
tarafından işlenerek kulaklarımız tarafından duyulabilir hale getirilmesi ve
bunun ardından beynimizde oluşturdukları algıdır. Yani, gerçekte bizim için var
olmayan, fiziksel anlamda da maddesel varlığı olmayan dalgalar, radyo
tarafından kulağın duyduğu ve beynin yorumladığı bir şekle dönüştürülür.
Aynı durum televizyon
için de geçerlidir. Bizim için gerçekte görünür olmayan çeşitli ışık dalgaları,
televizyon tarafından yorumlanarak, bizim algılayabileceğimiz şekle
dönüştürülür.
"Işık"
dediğimiz algıya kaynaklık eden fotonlar ise çok daha hafif parçacıklardır ve
çoğunlukla ilk çarptıkları atomdan sekerler. Üstelik bunu yaparken çarptıkları
yere pek bir zarar da vermezler. Frekansları, yani titreşim hızları nedeniyle
daha fazla enerji yüklü olan mor ötesi (ultraviyole) ışınları, cildimize nüfuz
edebilir ve bazen genetik şifremizde bozulmalara neden olabilir. Belli
saatlerde güneş ışığına çok fazla maruz kalmanın kansere neden olabilmesi
bundandır.
Frekansları gereği kızıl
ötesi (enfraruj) olarak adlandırılan fotonlar ise çarptıkları yüzeyde
enerjilerinin bir kısmını bırakırlar ve buradaki atomların titreşim hızını,
yani ısısını artırırlar. Bu yönleriyle kızıl ötesi ışınlar, ısı ışınları olarak
da adlandırılır. Akkor haline gelmiş bir kömür sobası veya bir elektrik sobası
bol miktarda kızıl ötesi ışın yayar. Bu ışınlar cildimiz tarafından sıcaklık
hissi olarak algılanır. Gerçekte dışarıda "sıcaklık" diye bir şey de
yoktur. Sıcaklık dediğimiz şey, ışık dalgalarının meydana getirdikleri
enerjiden ibarettir. Sıcaklığı algılayanın, hissedenin varlığı olmaksızın,
"sıcak" diye bir şeyin varlığını iddia etmek imkansızdır.
Fotonların bir kısmı da
vardır ki frekansları mor ötesi ve kızıl ötesi ışınların arasında kalmıştır. Bunlar
gözümüzün arkasındaki retina tabakasına düştüğünde buradaki hücreler tarafından
elektrik sinyaline çevrilirler. Biz de gerçekte fiziksel birer parçacık
olan fotonları "ışık" olarak algılarız. Eğer gözümüzdeki hücreler
fotonları "ısı parçacıkları" olarak algılasalardı, o zaman bizim için
ışık, renk ve karanlık olarak adlandırdığımız kavramlar hiçbir zaman olmayacak,
cisimlere baktığımızda onların sadece "sıcak" veya "soğuk"
olduklarını hissedecektik.
Bir başka deyişle
dışarıdaki dünyanın varlık şekli, bizim duyularımızın onu algılama şekline
bağlıdır. DIŞARIDA ISI VE IŞIK YOKTUR. Çevremiz, çeşitli frekanslarda ve dalga
şeklinde dolaşıp duran parçacıklarla çevrilmiştir. Bunları bizim için "görülür ve hissedilir hale
getiren şey", yalnızca beynimizdeki algı merkezleridir.
Renkler Yalnızca
Beynimizde mi?
Tıpkı ışık gibi, kaynağı
ışık olan ve tüm yaşamımızı çevrelemiş olan renkler de beynin yorumundan başka
bir şey değildir.
Her bir frekanstaki
fotonlara renk adı verilir. Bizler, fotonun titreşim boyutuna göre renkleri
birbirinden ayırt ederiz. Yani, kırmızı bizim için farklı titreşim boyutunun,
sarı ise başka bir titreşim boyutunun meydana getirdiği renklerdir. Kağıt
beyazdır, çünkü her frekansı yansıtır ve bunların bileşimi beyazı meydana
getirir. Yaprak yeşildir, çünkü yalnızca yeşil renk hissi veren frekanslardaki
fotonları yansıtır, geri kalanları emer. Cam saydamdır, çünkü fotonlar hemen
hemen hiçbir engelle karşılaşmadan camın içinden geçerek bize ulaşabilirler.
Siyah bir kumaş, tüm fotonları soğurduğu için geriye hiçbir şey yansımaz. Yani
buradan gözümüze fotonlar ulaşmaz, biz de onu karanlık yani siyah olarak
algılarız. Ayna görüntüyü kopyalar, çünkü yansıtma yüzeyi pürüzsüzdür ve gelen
ışınlar çarpıp sektikleri anda birbirlerine olan paralellikleri hemen hemen hiç
bozulmaz.
Rengin algılanması gözün
retina tabakasındaki koni hücrelerinde başlar. Retinada, ışığın belli dalga
boyuna tepki veren üç ana koni hücre grubu vardır. Bu hücre gruplarının
birincisi kırmızı, ikincisi mavi, üçüncüsü ise yeşil ışığa hassastır. Bu üç
farklı koni hücresinin farklı oranlarda uyarılmaları sonucunda milyonlarca
farklı renk tonu ortaya çıkar. Ancak, ışığın koni hücrelerine ulaşması
renklerin oluşması için yeterli değildir. John Hopkins Üniversitesi Tıp
Fakültesi'nden araştırmacı Jeremy Nathans, gözdeki hücrelerin renkleri
oluşturmadığını şöyle belirtir:
"Bir
koni hücresinin tek yapabildiği, ışığı yakalayıp onun yoğunluğu hakkında bilgi
vermektir. Renk hakkında size hiçbir şey söylemez."[1]
Koni hücreleri
algıladıkları bu renk bilgilerini, sahip oldukları pigmentler sayesinde
elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bu hücrelere bağlı olan sinir hücreleri de
elektrik sinyallerini beyindeki özel bir bölgeye iletirler. İşte hayatımız
boyunca gördüğümüz rengarenk dünyamızın oluştuğu yer beyindeki bu özel
bölgedir.
Peki beynin bu bölümünde
hiç renk var mıdır?
Beynin bu özel bölgesi,
tıpkı beynin diğer bölgeleri gibi KAPKARANLIKTIR. Orada hiçbir ışık, hiçbir renk yoktur. Beynin
bu bölgesinde kırmızı, yeşil, sarı renk yoktur. Beyaz yoktur. Rengarenk çiçekli
bahçeler, gözümüzü kamaştıran güneş ışığının hiçbir yansıması yoktur. Masmavi
gökyüzü, yemyeşil ağaçlar yoktur. Kafatasının içi ZİFİRİ KARANLIKTIR. Gözlerimizden
içeriye doğru ışığın girdiğini zannederiz. Oysa ne gözlerimizin dışında, ne
de gözlerimizin arkasında ışıktan eser yoktur.
Fizik kanunlarına göre renklerin
oluşumu, nesnelerin ışığı yansıtma özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak dış
dünyada ışık olmadığına göre, renklerin varlığı da söz konusu değildir. O
halde "dışarıda" olarak kabul ettiğimiz renkli dünya nerededir?
Bu renkli dünya, ne
dışarıdan bize doğrudan ulaşabilir, ne de beynimizin içinde oluşur. Renkli
dünya, bizim algıladığımız şeydir. Biz öyle yorumladığımız için bu şekildedir.
Cambridge Üniversitesi
matematik ve teorik fizik bölümünden Peter Russell bu durumu şu şekilde tarif
eder:
"Dışarıdaki"
dünyanın, bizim tecrübe ettiğimizden oldukça farklı olduğu gerçeği pek çok
kişiyi şaşırtmaktadır. Yeşil renkle ilgili deneyimlerimizi değerlendirin.
Fiziksel dünyada belirli bir frekansta ışık vardır ama ışığın kendisi yeşil
değildir. Gözden beyne iletilen elektrik impulsları da yeşil değildir. Orada
hiçbir renk yoktur. Gördüğümüz yeşil renk, bu ışık frekansına cevap veren
zihinde görülen bir niteliktir. Zihnin yalnızca nesnel deneyimi olarak var
olur."[2]
Gözde oluşacak bir hasar
veya yapısal bir farklılık, gelen fotonları farklı elektrik sinyallerine
dönüştürecek ve beyindeki görme merkezi aynı özellikte dahi olsa, göz
tarafından işlenen sinyaller, aynı cismin çok farklı şekillerde algılanmasına
neden olacaktır. Renk körleriyle normal görenlerin belli renkleri çok farklı
algılamaları ve yorumlamaları bundandır.
Bütün bu açıklamaların
ortaya çıkardığı gerçek ise şudur: "Dışarısı" olarak algıladığımız
mekan, zifiri karanlıktır. Aslında karanlık kavramı da aldatıcı olabilir. ORADA
HİÇBİR RENK YOKTUR. Cıvıl cıvıl renklerle bize sunulmuş olan üç boyutlu,
aydınlık dünya tümüyle yanıltıcıdır. Bizim ışık veya renk olarak yorumladığımız
foton hareketleri, zifiri karanlık bir ortamda gerçekleşen fiziksel olaylardan
başka bir şey değildir. Göz de dahil olmak üzere tüm vücudumuz ve üç
boyutlu, rengarenk bir mekan olarak gördüğümüz tüm maddi alem, bu boşluğun
içinde yer alır. Bunu bizim gördüğümüz şekilde yorumlayan, yalnızca
beyindir. Ama işin ilginç yanı, tüm bunları algılayan gözün ve tüm bunları
yorumlayan beynin de zifiri karanlık oluşudur. IŞIK VE RENK, ONU YORUMLAYAN
BEYNİN İÇİNDE DE DEĞİLDİR.
Bilinç ve beyin
konusunda sayısız çalışması bulunan Tufts Üniversitesi felsefe profesörü Daniel
C. Dennett, bu gerçeği şu şekilde özetlemektedir:
"Dünyada
renk yoktur; renk sadece bakanın gözünde ve beyninde oluşur. Nesneler ışığın farklı dalga boylarını yansıtırlar, ancak
bu ışık dalgalarının rengi yoktur."[3]
Renk, kişinin dışarıdaki
ışığı algılama biçimi ile ilgili olduğuna göre, bizim algıladığımız
dünyanın, başkaları için de aynı olup olmadığını bilmemize imkan yoktur. Bir
başkasının kırmızı olarak gördüğü rengin bizim için de aynı kırmızı olduğunu
hiçbir zaman bilemeyiz. "Rengarenk" kavramı, belki bizim için
milyonlarca farklı rengin bir arada oluşu ile ifade ettiğimiz bir kavramdır.
Ama bir başkası, çok daha sınırlı sayıda renk netliği ve çeşitliliği görüyor ve
bunu yine "rengarenk" olarak yorumluyor olabilir. BİZİM ALGIMIZ
İLE, BİZİMLE BİRLİKTE AYNI NESNEYE BAKAN KARŞIMIZDAKİ KİŞİNİN ALGISINI
KARŞILAŞTIRMA İMKANIMIZ YOKTUR. Biz, aynı şeye baktığımızı zannederiz. AMA
BELKİ DE BİZİM VE KARŞIMIZDAKİ KİŞİNİN GÖRDÜĞÜ ŞEY, BİZİMKİNDEN SON DERECE
FARKLIDIR. Dış dünyayı algılayış şeklimiz, beş duyumuzla sınırlı olduğuna
göre, mavinin karşımızdaki kişi için de aynı mavi, kahvenin tadının
karşımızdaki kişi için de aynı tat olduğunu hiçbir zaman bilemez ve bunu ona tarif
edemeyiz.
Renk körlüğü, renklerin yalnızca beynimizde oluştuğunun önemli
delillerindendir. Bilindiği gibi gözdeki retinada oluşan küçük bir farklılık
renk körlüğüne sebep olur. Bu durumdaki birçok insan, yeşil ile kırmızıyı
birbirinden ayırt edemez. Bizim için yeşil olan bir şey, onların dünyasında
tamamen farklı renktedir. Bunun tek sebebi, renk kavramını farklı algılıyor
oluşumuzdur. Bizim "yeşil" olduğundan emin olduğumuz bir şeyi,
karşı tarafın "gri" olarak görüyor olması, onun yanıldığını
göstermez. HANGİSİNİN DOĞRU ALGI OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN BİLEMEYİZ. Çünkü her
ikisi de algıdır ve bunun gerçekliğini test etme ve karşılaştırabilme imkanımız
yoktur. Yeşil algısı da, gri algısı da kişilerin kendi deneyimleridir ve bu
kişisel deneyimlerin gerçekliği o kişinin yorumuna kalmıştır.
Burada varmamız gereken
sonuç şudur: Varlıklara yüklediğimiz tüm nitelikler, "dış dünyadaki
asıllarına" değil beynimizdeki görüntülerine aittir. Bunların dış
dünyada asıllarının var olup olmadığını dahi bilemiyoruz. Bizler hiçbir
zaman algılarımızı aşıp, dışarıya ulaşamayacağımız için maddelerin ya da
renklerin gerçek varlığını da göremeyiz.
Ünlü düşünür Berkeley de
bu gerçeğe şu sözleriyle dikkat çekmektedir:
"Kısaca, aynı
şeyler, aynı zamanda bazıları için kırmızı, bazıları için sıcak başkaları için
tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki biz yanılsamaların etkisindeyiz ve
'şeyler' ancak bizim zihnimizde vardır..."[4]
Avustralya'nın Adelaide
Üniversitesi'nde görev yapan Oxford Üniversitesi'nden Gerard O'Brien, bir radyo
konuşmasında bu konuyla ilgili şunları söylemektedir:
"Dış dünyaya
baktığımızda nesneleri renkli olarak görüyoruz ve bu renklerin de gerçekte tüm
gördüğümüz nesnelere ait olduğunu düşünüyoruz. Ama şu anda, bunun bu şekilde
olup olmadığı ile ilgili oldukça ilginç bir soru söz konusu. Birçok felsefeci
bizim gördüğümüz renklerin, bu renklerin özelliklerinin gerçekte dünyanın
içimizde meydana gelen temsili görüntüsünün özellikleri olduğunu iddia
ediyorlar. Buna göre dünyanın kendisine ait böyle renkler bulunmuyor. Bu
nedenle bizim zihinlerimizin dışında olan, bizim yaşadıklarımızdan bağımsız
olan dünya aslında renksiz... Sözün gelişi, siz elmaya bakmadığınız zaman
yine kırmızı renkte mi? Düşündüğümüz zaman dünyanın bizim gördüğümüzü
düşündüğümüz renkte olduğunu sanmak aslında bizim şovence yaklaşımımız. Çünkü
artık bu gezegeni paylaştığımız diğer canlıların farklı renk sistemleri
olduğunu ve bazı durumlarda renkler arasında bizden daha az ayırım yaptıklarını
ve bunun sonucunda dünyayı gerçekte bizim gördüğümüzden farklı renklerde
algıladıkları görüşünü biliyoruz. Bu nedenle biz dünyayı belirli renklerde
görüyoruz, fakat belki de hayvanlar farklı renk grubu içinde görüyorlar. Neden
şimdi bizim gördüğümüzün doğru olduğunu düşünelim? Dünyanın gerçekte sahip
olduğu renklerin bizim gördüklerimiz olduğunu nereden bilebiliriz? Belki de
bunlar sadece, bizim ve yeryüzündeki hayvanların oluşturduğu görüntülerin özüne
ilişkin dünyayı kodlamanın iki farklı yolu."[5]
O'Brien'ın konuyla
ilgili tespiti, gerçekten de "dışarıdaki gerçekliğin" nasıl bir şey
olduğunu sorgulamak bakımından önemlidir. Bizim dışımızdaki diğer canlıların
da dışarıda ışık gördüklerine veya renkleri bizim gibi algıladıklarına dair
hiçbir delil yoktur. Bizim kanaatimizin en doğru olduğunu gösteren bir
bilimsel delile de ulaşmamız mümkün değildir. Bu durumda dış dünya ile
ilgili yalnızca zanlarımız ve tahminlerimiz söz konusudur. Çünkü dış dünyayı
bildiğimiz şekilde algılamamız, sahip olduğumuz beş duyuya bağlıdır.
Tüm
bunlar gösterir ki, sadece bize ait bir dünyada yaşıyoruz. Gördüklerimiz
sadece bize gösteriliyor, algıladıklarımız sadece bize ait. Bizim
görüntümüzdeki insanların da aynı şeyleri gördüklerini ve algıladıklarını
zannediyoruz, oysa onların ne gördüğünü bilmiyoruz. Dahası, onlar da sadece
bizim görüntümüzde var olan varlıklar. Dolayısıyla etrafımızda zannettiğimiz
kişilerin de dışarıdaki asıl varlığıyla hiç karşılaşmadık. Belki de
Allah'ın bizim için yarattığı görüntüler silsilesinin içinde özel olarak ve
sadece bizim için var oldular.
Tüm
bu bilgiler, bir anda, varlığından çok emin olduğumuz pek çok dünyevi şeyi
silikleştiriyor, önemsizleştiriyor. Bir insanın kendisine gece-gündüz
bağırıp çağıran patronunun sadece zihninde yaratılan bir görüntü olarak var
olduğunu bilmesi, başka bir insanın hırsını yaptığı bir mevki veya bir metanın
gerçekte bir görüntüden ibaret olduğunu anlaması, bir kişinin gözünde çok
büyüttüğü kişilerin sadece görüntüsüyle muhatap olduğunu fark etmesi, insanın
yaşamını tümden değiştirecek müthiş bir olaydır. Bunu anlayan insan bir anda
kendisini oyalayan, daha da önemlisi aldatan dünyaya ait meselelerin bütün
yükünden kurtulur. Yıllar boyunca beyninde yaratılan insanları var zannedip
"desinler" mantığıyla yaşıyor olduğunu fark eder. Dikkatinin
sürekli işi, kariyeri, hava atmaya çalıştığı insanlar, para kazanmak, araba
almak gibi oyalayıcı detaylarla dağıldığını fark eder. Hayal alemde bunların
tamamı görüntüdür. Bunlar için yaşamak, bütün bunların hırsını yapmak, insanları
gerçekten var zannederek onlar için yaşamak akıl almaz derecede mantıksızlaşır.
Bu
Allah'ın yarattığı olağanüstü bir ilimdir. Bunu anlayan insan için tek var
olan Varlık, Allah'tır. Her gün her insanın beyninde muazzam bir sanat
yaratılmakta, olağanüstü güzellikteki ve kusursuzluktaki bir dünya, her gün,
her saniye, her varlık için tekrar tekrar oluşturulmaktadır. Detaylardaki
çeşitlilik akıllara durgunluk verecek kadar ihtişamlıdır; öyle ki, sadece hayal
bir alem ile muhatap olduğumuz gerçeği bilimsel olarak ispat edilmiş olmasına
rağmen, insanları buna ikna etmek bir zorluktur. İşte bu, SANATÇI'NIN
SANATINDAKİ MUHTEŞEMLİK NEDENİYLEDİR.
İşte
zaten imtihan buradadır. İnsanlar görüntünün gerçekliğine öylesine inanır,
öylesine bu sahte dünyanın içine dalarlar ki, bütün bunların yaratıcısının
Allah olduğunu takdir edemezler. Tüm görüntünün Allah'ın kontrolünde olduğunu
kavrayamazlar. Bilim, "insan ruhu bir hayali seyrediyor"
gerçeğini ispatlamış olmasına rağmen, bu görüntüye aldanırlar. Yine o görüntü
içindeki sahte beklentiler, sahte menfaatler, sahte kavgalar için yaşarlar. Ve
çoğunlukla imtihanı kaybederler. Kaybederler çünkü bu dünyaya kimse, dünyevi
menfaatlerin hangisini daha fazla elde edecek yarışı için gelmemiştir. Bu
dünyaya herkes, imtihan olmak için gelmiştir. Yaratılanları gözlemleyip
Allah'ın varlığını takdir edecek mi, yoksa bu sahte dünyanın içinde asıl
gerçeğin farkına varamadan, sürüklenip gidecek mi? Dünya hayatı, bunun
denemesidir.
Yüce
Allah ayetinde imtihanı şu şekilde tarif etmiştir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve
güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü
olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Ölüm
ve hayat, sadece imtihan için vardır.
Işığın,
rengin, sesin sadece bir enerjiden ibaret olması, çok büyük bir ilimdir. Her
zihinde, olağanüstü çeşitlilikte dünyalar yaratılması büyük bir ilimdir. Bu
ilmin Sahibi olan Allah, çok büyüktür. Dolayısıyla hiç kimsenin veya hiçbir
şeyin değil, YALNIZCA ALLAH'IN RIZASI ESASTIR. O razı olduğunda, tüm
görüntü de O'nun istediği şekilde değişir. HER VARLIK İÇİN BİRBİRİNDEN
RENKLİ, KUSURSUZ HAYATLAR YARATAN ALLAH İÇİN BU, ÇOK KOLAYDIR.
Sonuç:
Müvekkilin
tüm gözlemlediğimiz dünyanın hayalden ibaret olduğuna dair bilimsel detayları
içeren dilekçesini takdirinize sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.
Adnan
Oktar müdafi,
Av.
Mert Zorlu
[1] http://hhmi.org/senses/b140.html
[2] Peter Russell, The
Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/ PrimConsc.html
[3] Daniel C Dennett,
Brainchildren, Essays on Designing Minds, s. 142
[4] George Politzer,
Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal Yayınları, Çev: Enver Aytekin, İstanbul:
1976, s.40
[5] Natasha Mitchell, Is the
Visual World a Grand Illusion?, Radyo Programı, 18 Ocak 2004,
http://www.abc.net.au/rn/science/mind/ s996555.htm