YARGITAY
İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak
Üzere,
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya
No : 2023/310
E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil
Adnan Oktar'ın, "gerçek nedir?" sorusuna materyalist dünyanın
açıklama getiremediği çünkü fiziki bir gerçekliğin bilimsel olarak tespit
edilememiş olduğu gerçeği ile ilgili dilekçesinin sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil
Adnan Oktar, maddenin asıl varlığı konusunun üzerinde uzun zamandır durmakta ve
bu konuyu pek çok bakımdan Sayın Dairenize de iletmenin önemli olduğunu
düşünmektedir. Kendisinin kişisel olarak değerlendirilmesinde de, yargılamanın
gidişatı konusunda da bu konunun büyük önem teşkil ettiğine inanmaktadır.
Dünyayı ve yaşamını değerlendirme şeklini tarafınıza sunmakta ve bu yargılamada
ve genel hayat anlayışı kapsamında da bu görüşün hakim olması gerektiğini
düşünmektedir. Tüm bu sebeplerle, müvekkilin maddenin aslı konusundaki
değerlendirmelerini ve bilim adamlarının "gerçek nedir?" sorusuna cevap
veremeyişlerinin sırlarını anlattığı dilekçesi Sayın Dairenizin takdirine
sunulmaktadır.
Müvekkil Adnan Oktar'ın "Gerçek Nedir?" Sorusu ile
İlgili Değerlendirmeleri
Ünlü düşünür George Berkeley gerçeklik ile
ilgili şu açıklamayı yapmaktadır:
"Kendilerini gördüğümüz
ve dokunduğumuz için ve bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına
inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde
algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler
ve bu fikirler, zorunlu olarak zihnimizden başka yerde bulunmazlar. Bütün
bunlar mademki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri
zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş
oluyoruz demektir…"[1]
Buradaki açıklamadan da anlaşılabileceği
gibi zihnimizin dışında hiçbir varlığı göremez, bunlara ulaşamayız. Yeryüzündeki
hiçbir insan, zihninde kendisine gösterilenlerin dışında bir varlık
görmemiştir; dış dünyaya asla ulaşamamıştır.
Herhangi bir varlığı görmek, onun sesini
duymak veya ona dokunmak, dışarıdaki maddesel dünyanın niteliği hakkında kimseye
hiçbir bilgi vermemektedir. Bizim için bir maddeyi madde yapan, onun fiziksel
varlığına dair bize delil veren şey, onu algılıyor oluşumuzdur. Ama aslında
bizim algı dünyamızda, algının gerçekleştiği merkez olan beynin içinde ne
görüntü ne ses ne lezzet ne de koku vardır. Beynin içi zifiri karanlıktır,
beynin içi sessizdir. Beynin içinde kokuyu algılayan, oluşan görüntüleri
izleyen küçük varlıklar yoktur. Dolayısıyla, BEYNİN İÇİNDE GÖRÜNTÜLERİN
VE SESLERİN OLUŞMASI MANTIKSIZDIR, ANLAMSIZDIR VE BİLİMSEL OLARAK İMKANSIZDIR.
Ancak bizler, bu zifiri karanlık ve sessiz
mekanın içinde, hayranlık uyandırıcı derecede mükemmel, renkli, hareketli ve
net bir dünya görürüz. Bu öyle bir dünyadır ki, yalnızca beynimizin içinde
oluşan bir algı dünyası olmasına rağmen, gerçekliği oldukça ikna edicidir.
Beyinde, dünyanın en mükemmel kamerasından
daha kaliteli görüntü sağlayan, en gelişmiş üç boyutlu sinema ve televizyondan
daha net ve renkli bir görüntü meydana gelmektedir. Beyinde, en gelişmiş müzik
sisteminden daha mükemmel olan, daha net ve çok boyutlu, gerçeğinden ayırt
edilemeyen sesler meydana gelmektedir. Yine beyinde, parfümün, gülün kokusu
oluşmakta; sıcak, soğuk hissi mükemmel şekilde meydana gelmektedir. Bu kusursuz
netlikteki dünya, Allah'ın dilemesi ile kesintisiz olarak bizlere sunulmaktadır.
Bunların tümü, bu kişinin yaşantısıdır ama
aslında her biri onun beyninde oluşan algılar bütününden başka bir şey değildir.
Peki gerçekte kişinin içinde bulunduğu
ortam, yani bu dünyanın aslı, kendisine hissettirilen gibi midir? Bunu
bilemeyiz. Gerçekten etrafında kalabalık insanların olup olmadığı veya
çiçeklerin kokusunun bütün ortamı kaplayıp kaplamadığı konusuyla ilgili bir
bilgi edinmemiz mümkün değildir. Bizim için dış dünya, yalnızca
algıladığımız dünyadır. Organlarımızın bize ilettiği elektrik sinyalleri
ortadan kalktığında, bizim dış dünyamız da ortadan kalkacaktır.
Biz; bize iletilen, ulaştırılan ve
gösterilen kadarını bilebiliriz. O da zihnimizin içinde olan bitenlerin
tamamıdır.
Gerard O'Brien, dış dünya ile algıladığımız
dünya kavramını şu şekilde açıklar:
"Bizim yaşadığımız
dünyanın, bir anlamda kafalarımızın içinde oluşturulan dünyanın, gerçekte
dünyanın aslı olup olmadığı ile ilgili bir soru akla geliyor. Çünkü eğer bir
dizi teorisyenin benimsediği gibi dünyanın aslında beynimizde oluşturulduğunu
kabul edersek, bu durumda bizim dünyada tecrübe ettiklerimiz ile
deneyimlerimiz dışındaki gerçek dünya arasındaki benzerlik gerçek bir soru
işareti olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bizim dünyadaki deneyimlerimiz ile
dünyanın gerçekte nasıl olduğu arasında büyük uyuşmazlıklar olduğunu
düşünüyorsanız, bu durumda bizim gördüğümüz dünyanın ve deneyimlerimizin bir
bakıma hayal olduğu düşünülebilir."[2]
Peki bu durumda "gerçek" nedir?
İnsanın gerçeklik dediği şey, beyninin ve
hislerinin dışında maddi olarak var olan bir gerçek dünyaya işaret eder. İnsan,
bu dünyayı gözlemlese de gözlemlemese de bunun varlığına olan inancı tamdır.
Sabah kalktığında kendi odasının içinde olduğundan emindir. Bürosunu ve
bürosundaki bilgisayarının tam olarak bulundukları yerde olduklarını varsayar,
ertesi sabah tekrar işe gittiğinde bunları burada bulacağından da emindir.
Günün sonunda eve gitmek için yola çıktığında evinin orada olacağını farz eder.
Arkadaşlarının, ailesinin, tanıdıklarının, akrabalarının, onları görse de
görmese de var olduklarını kabul eder. Her gün yaşadığı ve tekrarladığı bu
günlük tecrübelerin çoğu, tüm bu durumları sorgulamaya mahal vermemekte, hatta
tam tersine tüm bunları teyit edecek şekilde gerçekleşmektedir.
Ama aslında bunların tümü zihnindedir. Kendisine
sadece hissettirilen şeylerdir. Dışarıda var olduğuna emin olduğu o MADDESEL
DÜNYANIN YALNIZCA HAYALİ BİR KOPYASINI GÖRMEKTEDİR. Dünyasını, sadece sahip
olduğumuz algılar meydana getirmektedir.
Susan Blackmore, beynin içindeki bu
dünyayı, şu şekilde tanımlamıştır:
"Zihin, kişisel bir
tiyatro gibidir. Ben, bu tiyatronun içinde, kafamın içinde bir yerlerdeyim ve
gözlerimden dışarı doğru bakıyorum. Ama bu, çok duyulu bir tiyatrodur. Bu
nedenle, dokunuşları, kokuları, sesleri ve hisleri de tecrübe edebiliyorum.
Ayrıca ben, hayal gücümü de kullanabiliyorum. İç gözüm veya iç kulağım
sayesinde zihinsel bir ekran üzerinde görüntüleri ve sesleri görünür hale
getirebiliyorum. Bunların tümü benim bilincimi oluşturuyor ve "ben"
bunları tecrübe eden izleyiciyim."[3]
Bizim gözlemlediğimiz dünya, yalnızca bir
kopya dünyadır. Işıklarla donatılmış bir lunapark, beyinde oluşan bir kopya
görüntüdür. Kaynağı yalnızca elektrik sinyalleridir. Çevredeki insanların,
etraftaki kuşların sesleri, beynin içinde oluşan kopya seslerdir. Kaynağı
yalnızca elektrik sinyalleridir. Yenilen bir meyvenin tadı ve kokusu, beyinde
oluşan kopya lezzet ve kopya kokudan ibarettir. Meyvenin aslının yenmesi imkansızdır.
Beyindeki meyvenin her türlü özelliğinin kaynağı elektrik sinyalleridir. Hiçbir
zaman Güneş'in gerçek sıcaklığını, denizin gerçek serinliğini ve bir buz
parçasının gerçek soğukluğunu hissetmiş değiliz. Çünkü Güneş'in, denizin ve
buzun asıllarına hiçbir zaman ulaşamadığımız gibi, onların bizde meydana
getirdiği etkiler de yalnızca elektrik sinyalleridir.
Kişinin karşısında duran su bardağı,
aslında kendisinden uzakta değildir. Karşısında durmamaktadır. O, beyninin
içindedir. Bardağın cam yüzeyine dokunduğunu zannettiğinde, aslında
bardağın aslına dokunmaz. Çünkü dokunmayı hisseden parmaklar değil,
beynidir. Bu durumda insan, hiçbir zaman gerçek bir bardağa dokunmamıştır. O
bardaktaki suyu içmemiştir. İçtiği su, yine insanın kendi beyninde oluşan
algıların verdiği bir su içme hissinden ibarettir.
Atlanta Georgia'da Life Üniversitesi'nden
tıp doktoru Joe Dispenza, "beyniniz şurada (dışarıda) olanla burada
(beynin içinde) olan arasındaki farkı bilmez" diye belirtmekte,
Fred Alan Wolf ise, "'burada' (beynin içinde) olandan bağımsız bir
'şurada' (dışarıda olan) yoktur"[4]
demektedir.
İnsanların yaşadıkları hayat, söz konusu
kopya algıların bir bütünüdür. Bunların gerçekçi görüntüsü ise oldukça
aldatıcıdır. Kişi, karşısındaki kişinin de kendisiyle aynı şeyleri algıladığını
düşünür, onunla bu konuda hemfikir olur ve algıladığı dünyanın gerçek halini
gözlemlediğini zanneder. Oysa gördüğü ve duyduğu şeyler konusunda kendisiyle
hemfikir olan karşısındaki kişi de kendi beyninde oluşan bir görüntüden
ibarettir. Ayrıca, onun algıladığı şeylerin kendisininkinden farkının ne
olduğunu hiçbir zaman bilemez. Yeşilin nasıl bir şey olduğunu, ıhlamur
kokusunun neye benzediğini ona tarif edebilmesi mümkün değildir.
Gerçek nedir? sorusuyla ilgili olarak Joe
Dispenza şunları sorar:
"Bilimsel deneyler
gösterdi ki, eğer bir kişiyi alıp beynini belli PET taramalarıyla veya
bilgisayar teknolojisiyle incelerken belli bir nesneye bakmalarını istersek
beynin belli bölgeleri aydınlanıyor. Sonra gözlerini kapatıp aynı nesneyi
hayal etmeleri istendiğinde, sanki o nesneye gerçekten gözle bakıyormuş gibi,
beynin aynı bölgeleri aydınlanıyor. Bu, bilim adamlarının şu soruyu
sormasına neden oldu: O zaman kim görüyor? Beyin mi görüyor? Yoksa
gözler mi? Gerçek ne? Gerçek olan beynimizle gördüğümüz mü? Yoksa gözlerimizle
gördüğümüz mü? Ayrıca gerçek şu ki, beyin çevresinde gördükleriyle
hatırladıkları arasındaki farkı bilmez. Çünkü aynı özel sinir ağları
ateşlenir. Bunun üzerine bilim adamları yine aynı soruyu sorar: Gerçek
nedir?"[5]
J. Z. Knight, gerçekliği şöyle
tanımlamıştır:
"Bu gerçekliğe
gerçek demeye izin verdik... hayal gücüyle... hareketsizliği kırmak ve onu
biçiminde tutmak için ona 'madde' diyoruz."[6]
İnsanlar, yalnızca kendilerine ait olan bir
algı dünyasının içinde yaşarlar. Bu dünyadaki görüntüler, başka kimsenin kimse
ile paylaşamayacağı görüntülerdir ve herkes kendi dünyasındaki bu görüntüleri birer
gerçek olarak kabul eder. Bu durumda, gerçek sadece bir hayal midir? Sadece insanlara
hissettirilenlerden mi ibarettir? İnsanların kendi bedenleri olarak sahiplendikleri
bedenler, kendi yaşamları olarak kabul ettikleri yaşamlar, zihinlerinde sadece
bir hayal olarak mı var olmaktadır?
BUNLARIN TÜMÜ GERÇEKTEN DE BİRER HAYALDİR. İnsanlar
kendi beyinlerinin içinde
var edilen bir hayal aleminde varlıklarını sürdürürler. Dışarıdaki gerçek
dünyayı izlediklerini düşünürler. Ama aslında kendileri için beyinlerinde
yaratılan yepyeni bir dünya vardır ve bunun dışına çıkmaları imkansızdır.
Filozof Geoff Haselhurst, beyinde oluşan
gerçeklik kavramı konusunda bilimin açıklamasız kaldığını şu sözlerle açıklar:
"İkinci olarak, (ve
hayal kırıklığına uğratıcıdır ki) algılarımız bizi aldatırlar.
Felsefeciler, binlerce yıldır zihnimizin algılarımızı temsil ettiğini ve bu
nedenle bizim gördüğümüz, tattığımız ve dokunduğumuz dünyanın, bizim
algılarımıza sebep olan gerçek dünyadan farklı olduğunu biliyorlardı. Renk
algımız, zihnimizin nasıl belirli bir ışık frekansını temsil ettiğine çok açık
bir örnektir. Dahası, eğer gerçekliği tanımlayacaksak, bunu algılarımızı
meydana getiren gerçek varlıklardan yola çıkarak yapmamız gerekir, aslını tam
temsil etmeyen duyularımızdan değil. Bu nedenle bilim, deneysellik üzerine
kurulmuş olduğundan, gerçekliği tanımlama konusunda pek başarılı olmamaktadır."[7]
Peter Russell ise şu açıklamaları yapar:
"Öncelikle, modern
fiziğin vardığı sonuçların bizim deneyimlerimizden veya gerçeklerden çok
uzaklaştığını şaşırtıcı bulabiliriz... Ama bundan daha şaşırtıcı olan, insan
beyninde oluşan gerçeklik görüntüsünün, her şeyin aslına uygun olan tam bir
görüntüsü olmasıdır... Maddesel dünyadan bahsettiğimizde, genellikle onun
altında yatan gerçekliği kastederiz – bizim 'dışarıda' olarak algıladığımız
dünyayı. Ama aslında biz sadece gerçeğin 'görüntüsünü' tarif ederiz. Bizim
tecrübe ettiğimiz maddesellik, hissettiğimiz katılık, bildiğimiz 'gerçek dünya'nın
tümü, zihinde yaratılan görüntünün parçalarıdır. Bunların tümü gerçeği
yorumlama şekilleridir. Her ne kadar kulağa çelişkili gelse de, MADDE, ZİHİNDE
YARATILAN BİR ŞEYDİR."[8]
Bu durumda bizim için gerçek, dışarıda
aslına hiçbir zaman ulaşamayacağımız madde değildir. Beynimizde bunların
tümünün elektrik sinyallerinden oluşan bir görüntüsü meydana geldiğine göre, gerçek,
beyinlerimizde oluşan dünya da değildir. Bu dünya tümüyle hayaldir, bir
illüzyondur. İnsanlar bu dünyayı izleyerek yanılır, aldanırlar. Dolayısıyla
"gerçek", ne dışarıda ne de beynin içindeki görüntüdedir.
Peki bu durumu fark edip kabullenmek zor
mudur? Fred Alan Wolf, insanların içinde yaşadıkları hayal dünyasına olan
alışkanlıklarını ve "asıl gerçeklik" kavramından nasıl uzak durmaya
çalıştıklarını şu sözlerle özetler:
"Bizler bilinçsizce
içimizde gömülü olan bu sırrı saklama çabası içindeyiz... Bir başka deyişle, bizler
bilinçsizce, her şeyin gördüğümüz şekilde olduğu illüzyonun altında yaşamayı
seçiyoruz. Bu yalnızca benim veya sizin için geçerli olan önemli bir
gerçek değil, bu evrenin varlığının en derin sırrıdır... Bunun (bu sırrı
saklama çabasının) sonuç vermesinin tek nedeni, buna inanmakta hepimizin
hemfikir oluşumuzdur. Eğer buna inanmayı bir dakika veya sadece bir
saniye, hatta tek bir milisaniye kadar durdurursak ve bilincimizin bunu
durduğumuzun farkına varmasını sağlarsak, bu sırrın açığa kavuştuğunu görürüz.
Yaşantımızın bazı
noktalarında, bir şekilde, bir yerlerde, sadece bir anlığına, bu büyük sırrın
ortaya çıktığı zamanlar olur... Ama hiçbir zaman "yaşasın" diye
bağırmayız. Tiyatro salonunda kimsenin şaşkınlıktan nefesi kesilmez. Tek bir
yaratıcı eylem sırasında, bir şey hiçlikten ayırt edilir olur, ama kendimizi
kandırarak bunu görmeyiz. Bu, bu şekilde devam eder. Etrafı alkışlar doldurmaz.
Arkamıza dayanır, gösteriyi izler, derin bir nefes alır ve şöyle deriz: "Biz
bunu hiçbir zaman çözemeyeceğiz, en iyisi sadece kabul edelim."
... Pek çoğumuz alışkanlık
olarak bu konuda bilinçsiz şekilde kalır ve varlığımızın son nanosaniyesine
kadar bu hayale sıkıca yapışmış olarak yaşarız. Okyanus ile yeryüzü arasındaki
hava, yer ve su arasındaki sınıra bakarız. Kabaran kuma, suya ve havaya bakar
ve farkları hatırlarız. Aynı şekilde, yaşamımızı görünmeyen bir zarın bizi
"oradaki dış dünyadan" ayırdığı oldukça rahat bir zan içinde
geçiriyoruz. "İçeride", zihnimizin içinde, bizim hayal gücümüzün
iç dünyasında, güvenlikte ve yalnızız. Hiçbir şekilde, hiç kimse veya
hiçbir şey bizim zihin dünyamızın içine izinsiz giremez. Bedenimizdeki her
duyu, bize sürekli olarak bunun gerçek olduğunu söyler, her birimiz
yalnızızdır. "Dışarıdaki" ve "içerideki" dünyaları
birbirinden ayıran algısal gösterilerimizle yüzleştirecek her türlü bilgiyi,
her düşünceyi, her algıyı, her hayali hikayeyi inkar ederiz. Bize farklı
bir hikaye anlatan kişilere şüpheyle bakar ve muhtemelen onların yanlış yola
sapmış olduğunu düşünür, hatta deli olduklarına kanaat getirerek onları başımızdan
atmaya çalışırız."[9]
Beynimizde oluşan dünyanın gerçek
olmadığını kavramak ve bunu kabullenmek, bir materyalist için oldukça zordur.
Ama bu, bugün bilimin doğrulamış olduğu bir durumdur. Buna rağmen, Fred Alan
Wolf'un da belirttiği gibi, bu büyük gerçek görmezden gelinir. Bir hayal
dünyasında yaşamakta olmamız, sıradan bir bilimsel buluş gibi yansıtılır ve
çözülemeyen bir problem olarak kabul edilir. Bunun tek nedeni, bizim için
"gerçek" olanın, materyalist zihniyet için "kabul edilemez"
oluşudur. Materyalistlerin kabul edemedikleri ve bilim adamlarının arayıp
durdukları bu "gerçek", insan ruhunun varlığıdır. Bu dünyada
mutlak olan ve ahirette sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan insan
ruhudur. Bu ruhu insana veren Allah'tır. İnsanın dışında var olan madde
de, insanın kendi bedeni de, zihninde meydana gelen hayatı da bir gün yok olup
gidecektir. Baki ve Mutlak olan, Yüce Allah'ın dilediğine verdiği Kendi
emrinden olan "ruh"tur. Allah ayetinde, insanları nasıl ruh sahibi
kıldığını şu şekilde belirtmiştir:
Hani Rabbin meleklere:
"Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti.
"Onu bir biçime sokup,
ona Ruhum'dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad
Suresi, 71-72)
Ruh hisseder, ruh duyar, ruh algılar. İnsan kendi maddesel varlığını ispat
edemeyeceği gibi, beş duyularıyla algıladığı dünyanın da maddesel varlığını
ispat edemeyecektir. Dolayısıyla insan, sadece algılarından ibaret olan bir
dış dünyanın mutlak var olduğunu kabul ederek yanılmaktadır. O, sadece
görüntüsünde var olan insanlar, varlıklar ve dünya ile muhataptır. Dolayısıyla
bir insanın uğruna yaşaması gerekenler etrafındaki insanlar değil, her şeyin
yaratıcısı olan Allah'tır.
Sonuç:
Müvekkil Adnan Oktar'ın maddenin gerçek
varlığını asla algılayamayacağımız gerçeği ile ilgili bu görüşlerinizi de Sayın
Dairenizin takdirinize sunuyor, saygılarımızla bilgilerinize arz ediyoruz.02.09.2023
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Zorlu
[1] George Politzer,
Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal Yayınları,
Çev: Enver Aytekin, İstanbul: 1976, s. 38-39-44
[2] Natasha Mitchell, Is the
Visual World a Grand Illusion?, Radyo Programı, 18 Ocak 2004,
http://www.abc.net.au/rn/science/mind/ s996555.htm
[3] Susan Blackmore,
Consciousness "A Very Short Introduction", Oxford, 2005, s. 13-14
[4] What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy
Chasse
[5] What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy
Chasse
[6] What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy
Chasse
[7] Geoff Haselhurst,
Introduction to Metaphysics / Principles
http://www.spaceandmotion.com/metaphysics.htm
[8] http://www.peterussell.com/Reality/
realityart.html
[9] Fred Alan Wolf, Mind
into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", 2001, Moment Point
Press, s. 15-16