YARGITAY
İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak
Üzere
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya
No : 2023/310
E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil
Adnan Oktar'ın, her insanın hayalden ibaret bir dünya izlediğine dair
açıklamalarının, bilim adamlarının yorumları eşliğinde sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil Adnan Oktar,
sadece hayalden ibaret bir dünya izlediğimize dair izahlarını Sayın Dairenize
sunmaya devam etmektedir. Kişinin hayal bir dünya ile muhatap olduğunu ve bu
hayal dünyayı tek başına izlediğini bilmesinin her insan için önemli olduğuna
inanmakta ve bu konudaki araştırma ve yorumlarını takdirinize sunmaktadır.
Müvekkil Adnan Oktar'ın, Her İnsanın Tek Başına, Adına
"Hayat" Dediği Bir Hayal Dünya İzlediğine Dair İzahları
Maddenin var olduğuna
dair insanları ikna eden görüntü, koku, ses ve sertlik hislerinin hiçbirinin ne
dış dünyada ne de beyinde olmaması gerçeği, 20. Yüzyıl biliminin kanıtlarıyla
ortaya koyduğu, insan hayatını kökten değiştirip etkileyecek en eşsiz
buluşudur. Bu gerçek bu kadar netken, insanların madde gerçekten varmış ve
bununla insanlar gerçekten muhatap olabiliyorlarmış gibi yaşayabilmeleri ciddi
anlamda şaşırtıcıdır.
Bu gerçeğin kuşkusuz tüm
bilim adamları farkındadır ama buna dikkatini veren ve bu konuyu dile
getirenlerin sayısı oldukça azdır. Konuyu dile getiren bilim adamlarının
yorumlarına bakacak olursak;
Cambridge Üniversitesi
matematik ve teorik fizik bölümünden Peter Russell, bu büyük gerçeği şu şekilde
özetler:
"Bir
ağaca baktığımda, doğrudan ağacı görüyormuşum gibi gelir. Ama bilim, tamamen
farklı bir şeyin gerçekleştiğini söylemektedir. Gözden giren ışık retinada
kimyasal reaksiyonları tetikler, bunlar beyne giden sinir lifleri boyunca
hareket eden elektrokimyasal impulslar meydana getirirler. Beyin aldığı
verileri analiz eder ve sonra dışarıda var olan şeye dair kendi görüntüsünü
meydana getirir. Daha sonra ben, ağaç görüntüsünü görürüm. Ama benim asıl
gördüğüm ağacın kendisi değildir, sadece zihnimde oluşan görüntüsüdür. Bu,
tecrübe ettiğim her şey için geçerlidir. Bildiğimiz, algıladığımız ve
hayal ettiğimiz her şey, her renk, ses, duygu, her düşünce, her his zihinde
meydana gelen bir şekildir. Bunların tümü zihnin kendi şekillendirmesidir.[1]
Peki beynimizde tüm bu
algıların oluştuğu, görüntülerin canlandığı, seslerin duyulduğu, kokuların
oluştuğu bir yer var mıdır? Beyni dikkatlice inceleyecek olsak, sadece birbiriyle
etkileşim içindeki nöronlar ve bunların arasındaki kimyasal ve elektriksel
bağlantılarla karşılaşırız. Ama beynin hiçbir yerinde renklerin, şekillerin,
yazıların ve dış dünyaya ait diğer şeylerin görüntülerini bulamayız. Beynin
hiçbir yerinde, yaprakları hareket eden yeşil bir ağaç, alışveriş yapan
kalabalık, evler, arabalar, mobilyalar yoktur. Beynin hiçbir yerinde bize
gülümseyen bir dostumuz, annemiz veya babamız yoktur. Kısacası, etrafımızda
gördüğümüzü zannettiğimiz dünya, ne dışarıda ne de beyindedir.
Görüntünün beyinde
olduğunu iddia eden bilim adamlarının şu soruya cevap vermeleri gerekmektedir.
Eğer beyinde bir görüntü meydana geliyorsa, bu durumda bu görüntüyü izleyen
kimdir?
Kaliforniya
Üniversitesi, Psikoloji Bölümü ve Nörobilim Programı profesörü ve Beyin ve
Algılama Merkezi Başkanı Vilayanur S. Ramachandran, Phantoms in the Brain (Beynin Aldanışları) isimli kitabında bu
durumu şu şekilde açıklamıştır:
"Elinde
tuttuğu bardaktaki içeceğe baktı. 'Göz küremin içine bu bardağın ters bir
görüntüsü düşüyor. Açık ve koyu renkli görüntülerin hareketleri retinamın
üzerindeki foto reseptörleri aktifleştiriyor ve şekiller, bir yol boyunca –bu
yol optik sinirdir- tek tek pikseller halinde aktarılıyor. Beynimin içindeki
ekranda da görüntüleniyor. Bu bardağı da aynen bu şekilde görmüyor muyum?'
Onun foto reseptörler
ve optik hususundaki bilgileri etkileyici olsa da, beynin içinde bir
yerlerde görüntülerin izlendiği bir ekran olduğu şeklindeki açıklamasında ciddi
bir mantık hatası vardır. Çünkü eğer iç nöronlara bağlı bir ekranda
bardağın görüntüsünü izleyebiliyor olsaydınız, beyninizin içinde bunu görmesi
için bir başka küçük insana ihtiyaç duyardınız. Bu da problemi çözmeyecektir,
çünkü bu kez onun kafasının içinde görüntüyü izleyebilmesi için daha da küçük
bir insana ihtiyaç duyacaktınız ve bu böylece sonsuza dek devam edecekti. Sonuç
olarak ise İDRAK SORUSUNUN GERÇEK CEVABINI BULAMADAN hiç bitmeyen gözler,
görüntüler ve küçük insanlar ile başa çıkmanız gerekecekti."[2]
Ramachandran'ın burada
değinmekte olduğu nokta son derece önemlidir. Beynin içinde görüntü olduğunu
varsaydığımızda, bu görüntüyü beynin içinde izleyen bir kişinin varlığı
gerekecektir. Beyinlerin içinde görüntüler, görüntüleri izleyen küçük insanlar
ve onların beyinlerindeki görüntüyü izleyen küçük insanlar kesintisiz olarak
devam edecektir. Beynin içindeki görüntüyü izleyen bir varlık olmadığına
göre, beynin içindeki görüntü iddiası gerçek dışı ve mantıksızdır. Beynin içi
kapkaranlıktır, ışıksızdır, sessizdir. Beynin içinde renkler, birbirinden güzel
görüntülü çiçekler, sıcaklık hissi veren mangal ateşi ve cıvıl cıvıl öten
kuşlar yoktur.
Bristol Üniversitesi'nde
Nöropsikoloji Profesörü Richard L. Gregory ise, bunu şu şekilde tanımlar:
"Gözlerin,
beyinde, nesnelerin algılarından oluşan bir görüntü oluşturdukları düşüncesinin
cazibesinden kaçınmak önemlidir. Beyinde
görüntü fikri, bütün bunları görecek bir iç gözün de bulunmasını beraberinde
getirir. Ama bu da, bu görüntüyü görebilecek bir başka gözün bulunmasını başka
görüntüler için başka gözleri vs. gerektirecektir. Bu ise hiçbir sonuca
ulaşmadan sonsuza kadar bu şekilde devam eder."[3]
Iowa Üniversitesi
Nöroloji Departmanı profesörü ve başkanı Antonio Damasio, "oldukça
dürüst bir şekilde şunu söyleyebilirim; bilincin ilk problemi, nasıl
'beyinde bir film' oluşturabildiğimizdir,"[4]
açıklamasını yaparken, bilim adamlarının bu konu ile ilgili içinde bulundukları
açmazı açıkça itiraf etmektedir. Açıktır ki, 21. yüzyıl bilimi, "Gören
kim?" sorusunu cevapsız bırakmaktadır. Bilim adamları, beynin içinde
bir izleyicinin olduğu varsayımını kuşkusuz terk etmişlerdir. Ama bu durum,
beyinde oluşan görüntü kavramını bilim adamları açısından daha büyük bir
problem haline getirmiştir. Beynin içindeki tek bir nokta, bize, sayısız detaya
sahip olan, mükemmel netlikte ve kusursuz ayrıntılar taşıyan bir dünya
sunmaktadır. Hem de kesintisiz olarak. Bunun teknik ve bilimsel açıklaması
budur. Peki acaba oluşan "görüntü" nerededir?
Oxford Üniversitesi'nden
psikolog yazar Susan Blackmore, şu yorumu yapar:
"Crick,
'gözlerimizin önünde gördüğümüz dünyanın canlı görüntüsü'nün bağlantılarını
bulmak istediğini söylüyor. Damasio ise bunu "beynin içindeki sinema"
olarak adlandırıyor. Ama eğer görsel dünya büyük bir illüzyon ise, bu
durumda bu kişiler aradıkları şeyi hiçbir zaman bulamayacaklar, çünkü ne beynin
içindeki sinema ne de canlı görüntü beyinde bulunmamaktadır. Bunlar da
illüzyonun bir parçasıdır."[5]
Aslında illüzyon tanımı
burada ortaya çıkan durumu tam olarak açıklayamamaktadır. İllüzyon, zihnimizde
meydana gelen olayları fiziksel gerçeklerle karşılaştırdığımızda ortaya çıkan
bir durumdur. Ancak burada insan, dışarıdaki dünya ile yani karşılaştırma
yapabileceği bir fiziksel gerçeklikle muhatap değildir. Bunların tümü,
zihnin ürettiği şeylerdir ve zihin, dışarıdaki gerçekliği hiçbir zaman
görememekte, duyamamakta, hissedememektedir. Bu durumda burada gerçekleşen
durumu illüzyon değil, daha çok hayal olarak tanımlamak daha doğru
olacaktır.
İnsanın sahip olduğu
dünya, sadece algılarında oluşur. Bu dünyayı onun gördüğü gibi gören, ona
ait algıları hissedip algılayan, onun dünyasına şahit olan hiç kimse yoktur.
Gördükleri, beyninin de bir parçası değildir. Beyin de sahip olduğu bu hayali
görüntüye aittir. Onun algıları; ona seyrettirilen, onun için var edilmiş bir
dünyayı oluştururlar. Kuantum fiziğinin kaşiflerinden Erwin Shrödinger'in
belirttiği gibi, "her kişinin dünya görüntüsü, kendi zihninin
oluşturduğu kavramdır ve daima öyle kalacaktır. Bu dünya görüntüsünün, başka
bir varlığa sahip olduğu hiçbir zaman kanıtlanamaz".[6]
İnsanın, gözünün önünde
zannettiği bir nesneye, örneğin bir kitaba bakarak edindiği deneyimi, onu
sadece düşünerek de edinebilmesi bu gerçeğin önemli delillerindendir. Beynin
içinde, gerçekte var olmayan bir varlığın görüntüsünü elde etmekteyiz.
Washington Üniversitesi'nden psikolog Michael Posner ve nörolog Marcus Raichle,
beynin bu olağanüstü mekanizması için şu sözleri söylemektedirler:
"Gözlerinizi
açın, bir manzara hiç çaba göstermeden sizin görüntünüzü doldurmaktadır;
gözlerinizi kapatın ve o manzarayı düşünün. Bu şekilde o manzaranın bir
görüntüsünü çağırabilirsiniz, kesinlikle sizin gözlerinizle gördüğünüz manzara
kadar canlı, kesintisiz ya da eksiksiz değildir. Fakat hala manzaranın temel
özelliklerine sahip olan niteliktedir. Her iki durumda da manzaranın bir
görüntüsü zihinde oluşmaktadır. Gerçek görsel deneyimlerle oluşan görüntü,
hayal edilen bir görüntüden ayırt edilebilmesi bakımından "algı"
olarak adlandırılmaktadır. Algı retinaya çarpan ve daha sonra beyinde işlemden
geçirilecek olan sinyalleri gönderen ışığın ürünü olarak oluşmaktadır. Fakat bu sinyalleri göndermek için hiçbir
ışık retinaya çarpmadığında bir görüntüyü nasıl oluşturabilmekteyiz?"[7]
Bir nesneyi, bu nesnenin
aslı yokken zihnimizde var eden şey, aslının var olduğunu zannettiğimizde onu
zihnimizde var eden mekanizma ile aynıdır.
Dolayısıyla, dış dünya olarak gördüğümüz görüntülerin varlığı, yalnızca bir
yanılsama, bir hayaldir. Gördüğümüz her şey, karşımızdaki renkli dünya,
dostlarımız, çevremizdeki insanlar, hatta kendi bedenimiz bu hayalin bir
parçasıdır. Tüm bunların kaynağı sandığımız şey, yani dış dünyanın aslı,
bizler için daima bir bilinmez olarak kalacaktır.
Bu gölge dünya; insanın
tüm hayatını, çalıştığı iş yerini, evini, çevresindeki insanları, arabasını,
yediği yemeği, seyrettiği filmi, kısacası yaşantısındaki her şeyi kapsar. Kişi
evine girdiğinde, gerçek evinden içeri girdiğine dair bir his duyar. Oysa
gerçek evinin, ona tıpatıp benzeyen, hatta görüntü olduğuna dahi ihtimal
vermediği bir kopyasını zihninde izler. Evin içinde karşılaştığı herkesin
görüntüsünü yine zihninde seyreder. BÜTÜN HAYATI, BEYNİNİN İÇİNDEKİ KÜÇÜK BİR
MEKANDA GEÇER. Bunun dışına hiçbir zaman çıkamaz.
Bu konu üzerinde
araştırma yapan nörolog ve psikologların birçoğu, buraya kadarki sonuca rahatça
ulaşırlar. Ama "algılayanın kim" olduğu sorusunun cevabını vermekten
genellikle uzak dururlar. Beyinde küçük insanlar arar, tüm bunları algılayan bir
maddesel varlığı bulmaya çalışırlar. Bunu kitaplar, makaleler, konferanslar
boyunca tartışır, konuyu çözememiş diğer bilim adamlarını örnek gösterir ve
işin içinden çıkamadıklarını iddia ederler. Oysa tüm teknik ve bilimsel
gerçeklerin açıkça gösterdiği sonuç, bütün bunları algılayan, gören ve
hissedenin, insanın sahip olduğu RUH olduğudur. Bilim adamlarının beyinde
aradıkları şey, yani "gören varlık" RUHTUR. İnsanın "dış
dünya" olarak kabul ettiği yaşama ait her şey, bu ruha izlettirilen
görüntülerden ibarettir.
İnsana sahip olduğu ruhu
veren Allah'tır. Bu ruha işittiren, izlettiren, hissettiren Allah'tır. Mükemmel
netlikte, kusursuz detaylı ve olağanüstü canlılıkta bir dünyayı bizler için
yalnızca hayal olarak yaratan, ruha tüm bunları yaşıyormuş hissi veren, her
şeyi yoktan var eden Yüce Allah'tır. Allah,
ayetlerinde bu gerçeği insanlara haber vermiştir:
İşte gaybı da, müşahede
edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur.
Ki O, yarattığı her şeyi
en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.
Sonra onun soyunu bir
özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır.
Sonra onu 'düzeltip bir
biçime soktu' ve ONA RUHUNDAN ÜFLEDİ. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller
var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 6-9)
Herkes
"hayat" adını verdiği bir film izlemektedir. İzleyici koltuğunda tüm
olanları sanki yaşıyormuş gibi hissetmektedir. Oysa, insanın karşısındaki
dev perdede üç boyutlu olarak oynatılan her şey bir hayaldir. Tüm dünyası
görüntüden ibaret varlıklardan oluşmaktadır. Kendi kaderine dair görüntüler,
hayatı boyunca o perdede kendisine seyrettirilecektir.
Tüm
insanlar kendi kaderlerindeki görüntüleri izleyen izleyicilerdir.
Genellikle görüntünün gerçekçiliğine sürekli olarak aldanır, hayal
dünyalarındaki her şeyi gerçekten var zannederler. Bu, bir film perdesinde
izlettirilen görüntüdeki kişiye kızmaktan, öfkelenmekten farksızdır. Bir
hayal alemindeki varlıkları gerçek zannedip tüm hayatı ona göre şekillendirmek
ne de büyük kayıptır! Oysa hayat, yalnızca, tüm bu görüntüleri
oluşturan, tümünü kontrolü altında tutan tek mutlak varlık olan Allah için
yaşandığında anlamlı ve güzeldir. Her şeyin Hakimi olan ve ezelden ebede kadar
var olan Yüce Allah'tır.
Sonuç:
Müvekkilin
hayalden ibaret bir dünya izlediğimize dair izahlarını ve konuyla ilgili
bilimsel yorumları içeren dilekçesini Sayın Dairenizin takdirine sunuyor,
saygılarımla bilgilerinize arz ediyorum.
Adnan
Oktar müdafi,
Av.
Mert Zorlu
[1] Peter Russell, The Primacy of
Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/ PrimConsc.html
[2] V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra
Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and Company, Inc., New York,
1998, s. 66
[3] Richard L. Gregory, Eye and Brain
"the Psychology of Seeing", 5. baskı, Princeton Science Library, 5.
baskı, 1997, s. 5
[4] Antonio Damasio, The Feelings of What
Happens "Body Emotion and the Making of Consciousness", Vintage
Books, 2000, s. 9
[5] Susan Blackmore,
Consciousness "A Very Short Introduction", Oxford, 2005, s. 64
[6] Peter Russell, From
Science to God "A physicist's Journey into the Mystery of
Consciousness", New World Library, 2002, s. 42
[7] Michael I. Posner, Marcus E .Raichle,
Images of Mind, Scientific American Library, New York 1999, s. 88